Japonya’yı örnek almalıyız
II. Dünya Savaşı’ndan sonra ağır bir yıkıma uğrayan Japonya, kısa sürede dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri hâline gelerek kalkınmakta olan ülkeler için ilham verici bir model oluşturmuştur.
Bir ülkenin enkazdan yeniden doğması yalnızca teknolojiyle değil; toplumsal bilinç, çalışma disiplini ve kararlılıkla mümkündür. Japonya, bu açıdan dikkate değer bir örnektir.
Japon halkı, ülkesinin yeniden inşasında gösterdiği özverili çalışmalarıyla tüm dünyaya örnek olmuştur. Bu özveri, özellikle savaş sonrası dönemlerde ve doğal afetlerin ardından açıkça görülmektedir.
Sadece ekonomik büyüme değil, aynı zamanda sağlam bir toplumsal yapı da bu çabanın sonucudur. Disiplin, sadakat, dayanışma ve uzun vadeli düşünme gibi temel değerler, Japonya’nın yıkımdan bir teknoloji devine dönüşmesinde belirleyici olmuştur.
Tarımda, sanayide ve altyapı çalışmalarında halk gece gündüz demeden çalışmış; ülkenin yeniden ayağa kalkmasına doğrudan katkı sağlamıştır.
Japonlar, Batı’dan aldıkları teknoloji ve iş modellerini körü körüne taklit etmek yerine, kendi kültürel ve toplumsal yapılarıyla uyumlu hâle getirerek yeniden tasarlamışlardır. Binlerce yıllık geçmişlerini modern çağın teknolojisiyle uyum içinde harmanlayarak başarıya ulaşmışlardır.
Eğitim, Japonya’nın kalkınmasında temel taşlardan biridir. Özellikle fen ve mühendislik alanlarında oluşturulan güçlü altyapı, disiplinli ve nitelikli iş gücüyle birleşerek sanayinin gelişimini desteklemiştir.
Japon toplumunda grup bilinci, iş ahlakı ve “kaizen” (sürekli iyileştirme) felsefesi yaygındır. Bu kültürel değerler hem üretkenliği hem de kaliteyi artırmıştır. Çalışma disiplini, dakiklik ve sorumluluk duygusu, Japon kültüründe hayati bir yere sahiptir. Şirket çalışanları uzun saatler çalışır; işlerini büyük bir ciddiyetle yapar ve bireysel çıkarların önünde grup başarısını tutarlar.
Otomotiv, elektronik ve robotik gibi sektörlerde Japonya dünya lideri konumundadır. Ar-Ge harcamaları, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) %3’üne yaklaşırken, bu alanda özel sektör öncü bir rol oynamaktadır. Oysa Türkiye’de Ar-Ge harcamaları henüz GSYH’nin %1’inin altında kalmaktadır.
Japonya, yüksek kaliteli ürünlerle küresel pazarlara açılmayı strateji olarak benimsemiş ve bu sayede Japon markaları dünya çapında güven kazanmıştır.
Japonya sık sık deprem, tsunami ve tayfun gibi doğal afetlerle karşı karşıya kalır. Ancak her felaketten sonra halk olağanüstü bir dayanışma ve metanet örneği sergiler. 2011’deki Büyük Doğu Japonya Depremi sonrasında halk, sükunet ve kararlılıkla yeniden yapılanma sürecine katkı sunmuştur.
Japon halkı yalnızca devletten beklemek yerine, bireysel sorumluluk alarak çevre temizliği, kamu düzeni ve yerel kalkınma projelerinde gönüllü olarak görev üstlenmektedir.
Bilgiyi yalnızca dışarıdan almakla kalmamış, kendi içinde de araştırma-geliştirme faaliyetlerine büyük önem vermişlerdir. Üniversite-sanayi iş birliği ve teknik eğitime verilen önem, bilgiyi uygulamaya dönüştürmede etkili olmuştur. Japon iş dünyası, kısa vadeli kârdan çok, uzun vadeli sürdürülebilir başarıya odaklanmıştır. Elde ettikleri bilgileri hemen ticarileştirmek yerine, zamanla olgunlaştırarak değerlendirmişlerdir.
Bu noktaya kadar Japonya örneğini anlatmamın bir nedeni de, şimdi bahsedeceklerime zemin hazırlamaktı.
MÜSİAD’la birlikte dünyanın çeşitli ülkelerine düzenlenen iş gezilerine katıldığımda, Türk iş insanlarının ihracatı artırmak ve Türkiye’nin kalkınmasına katkı sağlamak için gösterdikleri özverili çalışmalara bizzat tanıklık ettim. Japonya örneğiyle benzerlik kurduğumda şunu rahatlıkla söyleyebilirim: MÜSİAD’ın isimsiz kahramanları, bir yandan yüzlerce yıllık Ahilik geleneğini yaşatırken, diğer yandan çağın gereklerini yerine getirerek sessiz ve derin bir başarı hikâyesi yazmaktadırlar.
Savunma sanayiindeki başarımızın ardından, dünya çok yakında MÜSİAD’ın öncülüğünde yeni bir Türkiye ile yüzleşmeye hazırlanmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.