Dava: Gerçekten Var mı, Yoksa Bir Aldatmaca mı?

“Dava” kelimesi, bugünlerde sıkça duyduğumuz ancak anlamı içi boşaltılmış bir kavram haline geldi. Gerçekten bir davaya inanmak ve onun uğrunda mücadele etmek, tarihin her döneminde büyük fedakârlıklar gerektirmiştir. Ancak günümüzde, dava dediğimiz şey çoğu zaman cingöz meşrepli insanların, kendi çıkarları uğruna başkalarını kullanma sanatına dönüşmüş durumda.

Evet, aslında bir dava vardır ve olmalıdır da! Ama o dava, bugünlerde dillerde dolaşan ve içi boşaltılmış, sulandırılmış bir kavramla asla aynı şey değildir. Gerçek dava adamları, inançları ve idealleri uğruna yaşayan, samimi ve fedakâr insanlardır. Ne yazık ki, onların yanında bir de çıkarlarını kutsallaştıran, kıblesi para, makam ve şöhret olan kişiler var. Üstelik bu kişiler, toplum tarafından da son derece itibarlı görülüyor.

Toplum mühendislerinin yönlendirdiği bir algı dünyasında yaşıyoruz. “Varsa pulun, herkes kulun; yoksa pulun, köşe başı yolun” zihniyetinin hâkim olduğu bir çağda, liyakat artık bir anlam ifade etmiyor. Partizanlık, mezhepçilik, cemaatçilik ve grupçuluk, insanları sınıflara ayıran en önemli faktörler haline gelmiş durumda. “Bizden olmayan yok hükmündedir” anlayışı, toplumsal düzenin her katmanına sirayet etmiş vaziyette.

Ancak bu tablo, sadece günümüzün sorunu değil. Geçmişte de benzer durumlar yaşandı; sadece bugün daha katmerleşmiş ve daha sistematik hale gelmiş durumda. Bir zamanlar aklıselim bir insanın söylediği şu söz, aslında her şeyi özetliyor:

“Makam, mevki, şan, şöhret insan olmaya yetmez. İnsanlıkta ahlâk yoksa, ceset beş para etmez.”

Mesele tam olarak budur. Gerçek dava adamları mı, yoksa çıkarlarının peşinde koşan simsarlar mı?

Bu yazı toplam 417 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sami Özey Arşivi