Saygısızlık ve Sessiz Çöküşümüz

Bazı kelimeler vardır; yitirildiğinde hayatımızın her alanı sessizce çürümeye başlar. Saygı da bunlardan biri. Şimdi, etrafımıza baktığımızda bu çürümenin kokusu neredeyse her yerde…

Trafikte, yolda karşılıklı bir gülümsemenin yerini korna ve öfke aldı. Yaya geçidinde durması gereken araç durmuyor, park edilmemesi gereken yere “nasıl olsa kısa süreliğine” mantığıyla yanaşılıyor. Üstelik biri kibarca uyardığında, teşekkür etmek yerine sesler yükseliyor, bazen eller yumruk hâlini alıyor.

Bu hoyratlık yalnızca direksiyon başında değil; sohbet masalarında, sosyal medyada, iş yerlerinde, hatta aile içinde bile. “Takım tutar gibi” siyasi parti tutmak, yanlışları görememe hastalığını besliyor. Fikirlerimizi, kimliğimizin kalesi gibi savunurken, karşımızdakinin sözünü duymayı unutuyoruz. Bu yüzden dostluklar kopuyor, akrabalar küs kalıyor, mahalleler bile bölünüyor.

Ve bu sadece bize özgü değil… Avrupa’da da benzer manzaralar var. Londra metrosunda yaşlıya yer vermemek, Paris’te toplu taşımada yüksek sesle kavga etmek, Berlin’de turistlere karşı sert ve kaba tavırlar… Bazı stadyumlarda futbolun keyfi yerine tribün şiddeti konuşuluyor. Sosyal medyada ise ülke fark etmeksizin aynı tablo: Anonim hesapların ardına sığınıp, en ağır hakaretleri savurmak kolaylaştı.

Bir başka örnek; göçmen karşıtlığı. Farklı bir dil konuştuğu ya da farklı bir ten rengine sahip olduğu için önyargıyla yaklaşılan insanlar, çoğu yerde sözle ya da bakışla dışlanıyor. Bu da bize gösteriyor ki, saygı eksikliği sınır tanımıyor. Sorunun rengi, dili, milliyeti yok; ama etkisi her yerde aynı: Toplumları yavaş yavaş çürütmek.

Saygı kelimesi aynı kökten beslense de farklı bahçelerin çiçeklerine merhaba der. İsviçre’de bu daha çok mesafeli bir özenle ifade edilir: Yaya geçidinde durmak, evlerde gürültü yapmamak, çöpü tam saatinde çıkarmak gibi. Türkiye’de ise saygı daha çok yakınlık ve ilgiyle gösterilir: Büyüklerin elini öpmek, misafire ikramda bulunmak, hal hatır sormak gibi. İki farklı yaklaşım, aynı madalyonun iki yüzü gibidir. İsviçre’de “ben seni rahatsız etmeyeyim”, Türkiye’de “ben seninle ilgiliyim” anlamı taşır.

Oysa saygı, yalnızca nazik sözler değil; karşındakinin varlığını, hakkını ve fikrini tanıma erdemidir. Bu, yaşamın her alanında düstur edinilmesi gereken bir ilke. Bunun yolu ise sadece ders kitaplarından değil; ailede başlayan, okulda davranışla pekişen, toplumun her katmanına yayılan bir eğitimden geçiyor.

Evet, bu bir seferberlik gerektiriyor. Kanun koyucusundan öğretmenine, anne babasından öğrencisine kadar herkesin omuz vereceği bir “saygı seferberliği.” Trafikte, siyasette, sporda, sosyal medyada, iş yerinde, evde… Nerede olursak olalım, önce saygının hakkını vermek zorundayız.

Çünkü unutmayalım:
Bir toplumun çöküşü, saygının tükendiği gün başlar; bir dünyanın çöküşü de öyle.

Muhabbetle…

Turgut TUNÇ

Bu yazı toplam 961 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Turgut Tunç Arşivi