Gurbetten Sılaya Gezi Rotaları – 11
Doğu Karadeniz’de Derin Bir Nefes: Artvin – Rize – Trabzon
Gurbetin yükü sırtımızda, rotamız bu kez yeşilin binbir tonu, derenin türküsü, yaylanın serinliği… Doğu Karadeniz’e, yani Artvin, Rize ve Trabzon’a doğru yol alıyoruz.
Bu satırlar, sadece gezi notu değil; biraz özlem, biraz hayranlık ve biraz da iç sızısı taşıyor.
ARTİVN: Sessizliğin, Doğanın ve Dinginliğin Başkenti
Artvin’de yollar virajlı ama manzara öyle güzel ki, kalbiniz her kıvrımda biraz daha açılıyor. Maçahel, Borçka Karagöl, Şavşat Karagöl gibi doğa harikaları, sizi doğayla barışmaya, kendinizle yeniden tanışmaya davet ediyor. Hele ki bir sabah vaktinde Karagöl çevresinde yürüyüş yapmışsanız, sessizliğin de bir sesi olduğunu fark ediyorsunuz.
Baraj gölü ve doğa bütünlüğüyle öne çıkan İbrikli Vadisi, ılık rüzgârıyla geleneksel yaşam izlerini harmanlıyor. Burada baraj gölü üstünde yapılan kısa bir tekne turu, yorgunluğu alınca değil, içini yıkayınca güzelleşiyor.
Yörede balla yoğrulmuş sohbetler edilir. Dut kurusu, kestane balı ve kalamata tipi zeytinleriyle tezgâhlar hem göz hem mide doyurur. “Buraya kadar geldik, bir şey almadan dönmeyelim” diyenlere: evet, ama önce tadına bakın. Sonra karar verin.
RİZE: Bulutların Üstünde Bir Hayat
Artvin’den sonra rotayı Rize’ye çeviriyoruz. Yaylalar diyarı… Ayder, Pokut, Gito, Sal, Hazindak… Her biri ayrı bir hikâye. En çok da sabah sisleriyle.
Zilkale’yi geçmeden, bulutların üstünden dünyaya bakma hissini yaşamadan Rize’ye gelmiş sayılmazsınız.
Biraz daha içerilere, yaylalara çıktığınızda elektrik zayıflar, sinyal düşer ama insanın içi aydınlanır.
O teyzelerin yayla çayıyla yaptığı kahvaltılar, kemençe eşliğinde söylenen türküler ve taze mısır ekmeğiyle doğan sabahlar…
Ve mutlaka: fırtına deresi kıyısında bir yürüyüş!
Sular çağlarken siz de iç sesinizi biraz daha yakından duyar gibi oluyorsunuz.
TRABZON: Tarih, Doğa ve Ruhun Dengesi
Rize’den sonra Trabzon’a doğru ilerliyoruz. Karadeniz’in en bilinen, en çok ziyaret edilen şehirlerinden biri ama hâlâ içinde derin sessizlikler barındırıyor.
İlk durak: Sümela Manastırı.
Yok yok, sadece dışarıdan görseniz bile yetiyor. Dağlara taşlarla işlenmiş bu yapı, zamanın ötesinden göz kırpar gibi.
Kayaların içinde saklı bu manastır, bin yıllık bir sabırla yapılmış gibi. Görmeden geçmeyin.
Sümela sonrası Trabzon’un sahiline iniyoruz.
Ayasofya Cami’yi görünce içinizi başka bir dinginlik kaplar.
Ama sakın bahçesindeki kahve molasını es geçmeyin. Manzara, çay ve rüzgâr…
Üçü bir araya geldi mi, insan “işte bu an” der.
Biraz kıyıda yürüyüş, sahilde simit ya da mısır…
Ama sonra Ayder Yaylası ve Uzungöl’ü soracak olursanız;
“Keşke son gittiğimde gitmemiş olsaydım” diyeceğim.
Doğanın içine yapılan çarpık yapılaşma, ruhumu üzdü.
Bu güzelliklerin doğallığını korumak hepimizin sorumluluğu.
Bir Notla Bitirelim:
Karadeniz’in her durağı, size yeni bir nefes verir ama Trabzon’dan ayrılmadan önce çayınızı için, yanına bir dilim Karadeniz pidesi koyun.
Ve sonra aynen şöyle deyin:
“İyi ki gelmişim.”
Bir sonraki rotamız neresi mi?
Henüz biz de karar vermedik ama merak etmeyin…
“Gurbetten Sılaya Gezi Rotaları” devam edecek.
Yeni durakta yeni anılar biriktirmek üzere…
Muhabbetle,
Turgut TUNÇ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.