Obezite ve tarhana

Tıp dergisi Lancet'te yayımlanan bir araştırmaya göre dünyada bir milyardan fazla kişi obez ve 2022 verilerine göre bu kişilerin yaklaşık 880 milyonunu yetişkinler ve 159 milyonunu ise çocuklar oluşturuyor. Çocuklarda ve ergenlerde obezite oranı 1990'dan bu yana dört katına çıktı.

Dünya sağlık otoritelerinin asrın en büyük hastalığı olarak kabul ettikleri obezitenin, ana kaynağının sağlıksız beslenme ve genetiği değiştirilmiş hazır gıdalar olduğu açıklanırken gelenekçi yemeklere geri dönülmesi konusunda uyarılarda bulunuluyor.

Obezite hastalığın yayılmasına gıda şirketleri ön ayak olurken, anne ve babaların da büyük mesuliyeti bulunuyor. Annelerimiz, elleri parçalanırcasına tarhana yaparken, “Ne gerek var, markette hazır tarhana satılıyorA?” diyerek evlerde tarhana yapmak, turşu kurmak, sirke mayalamak “gericilik” olarak nitelendirilince önce genetiği ile oynanmış gıdalara paralarımızı harcadık, şimdi de bu gıdaların bünyemizde oluşturduğu hastalıkları iyileştirmek için yine ilaç kartellerinin zehirlerini yudumlayarak şifa arıyoruz.

Annelerimizin bin bir emek vererek yaptıkları ve beğenmediğimiz tarhanaların yapımının tarifini bilen kalmadı. Oysa Orta Asya'dan günümüze kadar uzanan köklü bir tarihe sahip Türk mutfağının vazgeçilmez gıdalarından biri olan tarhana, dünyada ilk hazır çorbanın harcını oluşturuyor. Savaşçı bir millet olan Türkler her türlü şartta gıda ihtiyacını karşılayabilmesi için onlarca minerali bir arada bulunduran, dayanıklılığı ispatlanan tarhana çorbası geliştirerek insanlık tarihine hediye etmişlerdir. Yine ceddimiz yoğurdu kurutarak un haline getirmiş, susayınca da su ile karıştırarak ayran yapmıştır. İsterseniz için isterseniz de içine ekmek doğrayarak karnınızı doyurun. Türkler, yaşadıkları tarihi gerçekler ve coğrafik faktörlerden dolayı da konserve ve fermantasyon yöntemlerinde bir hayli ilerlemişti.

Etin kurutulması, kavurma yapılması, pastırma olarak kullanılması veya sucuk olarak muhafaza edilmesi en çok başvurulan yöntemlerin bazılarını oluşturuyor. Şimdilerde bırakın yoğurdu kurutmayı, evlerde yoğurt mayalayan kimseler kalmadı.

Anadolu’da coğrafik bölgelere göre yetişen ürünlere göre mutfaklarda pişen yemekler de çeşitlenirdi. Ege’de zeytinyağlılar başı çekerken, Orta Anadolu’da bulgurun kırk çeşit yemeği yapılıyor. Doğu Anadolu kızartma ve eti baharatla pişirirken Karadeniz balığın tatlısını, pilavını yaparak ün almıştır. Türkiye yemek çeşidi konusunda dünyada ender ülkelerden birisidir. Orta Doğu, Orta Asya, Kafkaslar, Akdeniz ve Balkan yemek kültürünün başkenti konumunda olduğunu hatırlatalım.

Gastronomi sektöründe ev yemekleri diye bir piyasa oluştu. Şimdi neye yanalım. Çocuklarımızı kendi ellerimizle hasta ettiğimizi mi, yoksa yüzlerce yıllık gıda geleneğimizi unuttuğumuza mı yanalım. Okul kandillerinde hazır yiyecekleri yasaklamak, içinde ne olduğu bilinmeyen şekerli veya sözde enerji içeceklere sınırlama getirmek çözüm değil.

Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyoruz. Fakat alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp, limonata yapmasını bilmiyor! Sütlaç gibi sağlıklı bir nimeti fındık ezmesiyle birlikte tarçınlayarak yapmasını öğretemediğimiz gibi yemesini de unuttuk.

Okullar başta olmak üzere Avrupa’daki cami dernekleri ivedilikle Türk mutfağının baş tacı olan lezzetlerini öğreteceği mutfaklara göre hazırlık yapmalı ve bir an önce yeni nesillere bu lezzetler öğretilmelidir. Türk kültürü dersleri gibi Türk mutfağı ve lezzetleri öğretilecek fiziki imkanlar oluşturulmalı. Böylelikle asrın felaketi olan obezitenin önüne geçerek sağlıklı nesiller yetiştirebiliriz. Bu bir milli görev olduğu gibi, manevi mesuliyeti olan bir durumdur.

Allah-u Teâlâ, canımızı ve vücudumuzun her organını bize emanet etmiştir. Bize verdiği nimetlerin hepsi birer emanettir. Onları Rabbimizin rızası dışında kullanmak, o emanete hıyanet olur. Mesela çocuklarımız, hanımımız bize bir emanettir.

Türk tarihi ile at başı giden Türk mutfağının son yüz yılda yaşadığı yıkım ve zararı gelecek nesillerimizin sağlığıyla ödemeye başladık Tereyağının yerini margarinler; pekmezin yerini kimyasal şekerler; tam buğday unun yerini beyaz un; doğal domates ve biber soslarının yerini ketçap, mayonez gibi soslar ısrarla hayatımıza sokulmaya çalışılıyor. Masum gibi gözüken bu durumun neticelerini millet sağlığı dolayısıyla geleceğiyle ödüyor. Obezite ile savaşmak artık kaçınılmaz hale gelmiştir.

Bu yazı toplam 777 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ömür Çelik Arşivi