Son zamanlarda memlekette iki şey yarışıyor: Biri enflasyon, diğeri vicdansızlık.
İkisi de sınır tanımıyor.
Ekonomik kriz var, kabul. Ama bu kriz sadece döviz kuru, faiz oranı ya da ithalat maliyetiyle mi açıklanmalı?
Artık mesele rakam değil, niyet.
Çünkü bazı fiyatlar hesapla değil, hesapsızca belirleniyor.
Tarlada 40 TL’ye satılan kiraz, pazarda 750 TL’ye kadar çıkıyorsa burada yalnızca maliyet değil, başka bir şey şişiyor: fırsatçılık.
Turizm bölgelerinde 20-30 TL’ye mal edilen bir ayran, 80 TL’ye satılıyor.
5 TL’ye alınan bir şişe su, 25-30 TL’ye veriliyor.
Soruyorsunuz: “Bu fiyat neden bu kadar yüksek?”
Aldığınız yanıt çoğunlukla belirsiz. Hatta bazen bakışlar kaçıyor.
Kimse açıklayamıyor, çünkü açıklanabilir bir tarafı yok.
Artık etiketler maliyeti değil, niyeti gösteriyor.
Bu niyetin adı da “krizi fırsata çevirmek” olmuş.
Yerli turist şikâyetçi, “Kendi memleketimde tatil yapamıyorum” diyor.
Yurt dışı turlar, otel fiyatlarına rağmen daha ucuz kalabiliyor.
Çünkü burada bazı işletmeler, müşteriyi değil anlık kârı düşünüyor.
Oysa bir tatil beldesinin en büyük yatırımı, gelenin tekrar gelmesini sağlamaktır.
Ama bazı yerler bunu unuttu.
Dışarıdan gelen turistler bile şaşkın.
Üç gün sonra başka ülkeye geçmeyi tercih edenler artıyor.
Bakın size net bir örnek:
Yunanistan’ın Dedeağaç sahilinde, denize nazır beş yıldızlı bir balık restoranında kişi başı zengin bir masa 19,5 Euro.
Aynı menüyü İstanbul’da, özellikle Boğaz hattında istediğinizde karşınıza çıkan hesap çoğunlukla 2.500 – 3.000 TL civarında.
Ve bu fark ne mekânla, ne lezzetle, ne de maliyetle açıklanabiliyor.
Gülümseyerek şu cümleyi kuruyor turist:
“Bu ülke çok güzel ama insanlar turist görünce fiyatları uçuruyor.”
“Bir kez geldim, bir daha zor gelirim.”
Biz aslında kendi insanımıza da aynı muameleyi yapıyoruz.
Üreticiden alınan ürün, el değiştirdikçe katlanıyor.
Ama o ürünü alan hâlâ asgari ücretle geçinmeye çalışıyor.
Bu sadece ekonomiyle açıklanacak bir mesele değil.
Bu bir ahlak, vicdan ve insaf meselesidir.
Kimse sattığı şeye “ne kadarlık bir emek biçtim” demiyor artık.
Herkes “ne kadarlık bir fırsat gördüm” diye soruyor.
Piyasa bozuk değil sadece; niyetler bozuk.
Ve inanın, bu niyet düzelmeden enflasyon da, kriz de düzelmeyecek.
Hükümet politikaları, döviz, arz-talep dengesi elbette önemli.
Ama bir suyu 30 TL’ye satan kafayla bunların hiçbiri düzelemez.
Çünkü krizi yönetecek olan sadece devlet değil, hepimiziz.
Pazarcısından marketine, restoranından otelcisine kadar herkesin kendine şu soruyu sorması gerek:
“Ben bu ülkeyi gerçekten seviyor muyum?”
Çünkü seven insan, sevdiğine böyle yapmaz.
Toparlanmak gerek Türkiye.
Fiyatları değil, değerleri yükseltmek gerek.
Yoksa en büyük krizi sadece cüzdanlarımızda değil, vicdanlarımızda yaşayacağız.
Muhabbetle….
Turgut TUNÇ