Dünyanın dört bir yanında yükselen Filistin dayanışması artık yalnızca bir vicdan çağrısı değil; hükümetlerin politikalarını doğrudan etkileyen küresel bir toplumsal hareket haline geldi. Son dönemde, özellikle Batı Avrupa başkentlerinde milyonlarca insanın katılımıyla düzenlenen gösteriler, halkın sokaktaki sesinin devletlerin karar odalarında yankı bulduğunu açıkça ortaya koydu.
Protestolar, modern demokrasilerde sivil toplumun ne kadar güçlü bir aktör haline geldiğini gösterdi. Kitleler, yıllardır “güçlünün haklı olduğu” anlayışına meydan okuyarak, vicdanın ve adaletin hâlâ diri olduğunu hatırlattı. Artık dünya kamuoyu, devletlerin resmî söylemlerinden çok, halkların ortak vicdanına kulak veriyor.
Uzun yıllar boyunca İsrail’in her askeri operasyonu “meşru müdafaa hakkı” olarak lanse edildi. Ancak bugün bu söylem, Batı toplumlarında eskisi kadar kolay karşılık bulmuyor. Londra’dan Paris’e, Berlin’den New York’a kadar milyonlarca insan “yeter artık” diyerek meydanlara iniyor. Batı halkları, kendi hükümetlerinin sessizliğine itiraz ediyor; İsrail’e koşulsuz destek veren siyasetçilere “artık görmezden gelemezsiniz” mesajı veriyor.
Bu durum, sadece sokaktaki bir öfkenin dışa vurumu değil; aynı zamanda Batı’nın kendi ahlaki aynasıyla yüzleşmesi anlamına geliyor. Artık antisemitizmle insan haklarını birbirine karıştırmayan, eleştiriyi nefretle değil vicdanla ayıran bir yeni kuşak yetişiyor.
Filistin’de yaşanan yıkım karşısında sessiz kalmak artık mümkün değil. İsrail’in politikaları, yalnızca Ortadoğu’da değil, tüm dünyada sorgulanıyor. Özellikle sosyal medyanın yaygın etkisiyle, savaşın görüntüleri birkaç saniye içinde milyarlarca insana ulaşıyor. Gerçeği saklamak da, manipüle etmek de artık kolay değil.
İsrail’in “demokratik değerler” söylemi ciddi biçimde yara aldı. Gazze’de yaşanan insani trajedi, ülkenin uluslararası imajını derinden sarstı. Birçok ülke kamuoyunda İsrail’e karşı oluşan tepki, hükümetleri de daha temkinli bir dış politika izlemeye zorluyor.
Filistin protestoları, yalnızca politikayı değil, hayatın birçok alanını etkiledi. Sanatçılar konserlerini iptal etti, sporcular dayanışma mesajları verdi, üniversitelerde öğrenciler kampüslerde oturma eylemleri düzenledi. Tüm bu hareketlilik, küresel vicdanın susmadığını ve sivil toplumun artık uluslararası siyasette ciddi bir denge unsuru haline geldiğini gösteriyor.
Bir zamanlar yalnızca diplomasi masalarında konuşulan Filistin meselesi, artık spor sahalarında, film festivallerinde, akademik kürsülerde ve günlük hayatın her alanında dile getiriliyor. Bu da meselenin sadece bir “Orta Doğu sorunu” değil, insanlık sınavı olduğunu ortaya koyuyor.
Sokaklardan yükselen ses, hükümetleri uluslararası platformlarda daha cesur ve eleştirel olmaya zorluyor. Birçok ülke artık Birleşmiş Milletler oylamalarında Filistin lehine tavır alıyor. Bazı Avrupa ülkeleri, Filistin devletini resmen tanıma yolunda adımlar atıyor.
Bu değişim, toplum baskısının demokrasilerde ne kadar belirleyici olabileceğini bir kez daha gösterdi. Çünkü günümüzde hiçbir hükümet, kendi halkının vicdanını uzun süre susturamaz.
Gelinen noktada, sokakların sesi artık hükümet saraylarının duvarlarını aşıyor. Dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca insanın adalet çağrısı, siyasetin kalbine dokundu.
Yaşanılan bu tablo bize bir kez daha şunu hatırlatıyor: Gerçek değişim, bazen bir meydanda, bir afişte, bir öğrencinin elinde taşıdığı kartonda başlar. Ve eğer bu ses yeterince güçlü çıkarsa, en yüksek duvarlar bile bu yankıyı bastıramaz. Bu arada Türkiye’nin Filistin ve özellikle Gazze yürüttüğü cesur politikalar ve diplomatik çalışmalar dünyanın bir çok ülkesine cesaret verdiğini unutmayalım. Yiğitin hakkını yiğite verelim.