Günümüz medyası hızın esiri olmuş durumda. Bir haberi ilk veren olmak, çoğu zaman doğruyu aktarmaktan daha değerli sayılıyor. Böyle olunca da “iddia edildi”, “öne sürüldü”, “iddialara göre” gibi muğlak ifadelerle dolu haberler hayatımıza sızıyor. Ne doğrulanmış bir bilgi var ortada, ne de sağlam bir kaynak. Sadece zan, varsayım ve çoğu zaman bilinçli yönlendirme…
Oysa İslam ahlakı bu konuda çok nettir:
Doğruluğu araştırmadan bilgi yaymak caiz değildir.
Hucurât Suresi’nin “Bir fasık size haber getirdiğinde onu araştırın” uyarısı, bugün haber merkezlerinin kapısına neon ışıklarla asılacak kadar günceldir.
Ayrıca İslam, zanna dayalı konuşmayı da sakıncalı bulur. Bugün medyada sıkça gördüğümüz zan haberciliği, çoğu kez insanların ve kurumların itibarını zedeleyen, toplumda güvensizlik oluşturan bir etkiye sahiptir. “Varsayım“ üzerinden yapılan bir haber, bir kişinin ekmeğine, ailesine, huzuruna mal olabilir, veya bir kurumun hizmetlerine engel teşkil edebilir. Bu tür habercilik gıybetin, iftiranın modern bir versiyonu aslında.
Medyanın görevi kamuoyunu aydınlatmaktır; karartmak değil. Toplumu manipüle eden, belirsiz ifadelerle kurgulanan haberler, sadece meslek etiğini değil, İslam’ın adalet ve doğruluk ilkelerini de yaralar.
Sonuç olarak mesele çok basit:
Haber bilgiye dayanır; varsayım ise sorumsuzluğa.
Bu nedenle medya, zandan değil, hakikatten beslenmelidir. Çünkü hakikatin değeri, hızın ve reytingin çok ötesindedir.