Güneşin sabah mahmurluğuyla uzandığı, dağların gölgeli yüzlerine selam vererek yola çıktık. Malatya’dan sonra bu kez istikametimiz Elazığ ve ardından Bingöl. Anadolu’nun bu iki şehir kardeşi; hem tarihiyle hem insanıyla, hem de sofralarıyla bir başka hikâye anlatıyor.
Elazığ: Gakgoş’un Memleketi
Bir şehir düşünün, Harput gibi geçmişin nabzını hâlâ bugünde atan bir tepeye yaslanmış. Elazığ; Anadolu’nun ortasında, bir yanıyla dağlara bir yanıyla ovaya yaslanan, sert görünümlü ama içi sıcacık bir memleket.
Harput’ta Zaman Dile Gelir
Elazığ’a gelip de Harput’u görmeden geçmek olmaz. Urartu, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı’dan izler taşıyan Harput Kalesi, buradaki ilk durağımız. Kaleye çıktığınızda sadece taş değil; tarih fısıldıyor kulaklarınıza. Manzara deseniz, bir kartpostal gibi ayaklarınızın altında Elazığ…
Ve hemen kale eteklerinde Süt Kalesi efsanesi… Derler ki, savaş zamanında su yerine kale harcında süt kullanılmış. Hâlâ anlatılır; hâlâ etkiler.
Kurşunlu Camii ve Sara Hatun Camii
Bu iki camii, sadece ibadet değil; şehrin kalbinin attığı yerler. Özellikle Sara Hatun Camii’nin taş işçiliği, sade zarafetiyle insanı içine çeken bir mimariye sahip.
Buzluk Mağarası
Yaz günü bile içeri girince üşütür. Doğal soğuk hava deposu gibi… Hem doğa harikası hem de yerel halkın yıllardır serinlediği bir sığınak.
Elazığ’da Ne Yenir?
Sofralar burda cömerttir. Önce bir içli köfte gelir; ama Elazığ usulü, haşlanmış değil kızartılmıştır. Ardından Harput köftesi: bol baharatlı, yumuşacık. Yanına patila (bir çeşit sac böreği) konur, gömme ve sırın gibi yöresel lezzetler sofraya renk katar. Tatlı olarak da orcik (cevizli sucuk) ve şekerli peynirli kömme.
Ve elbette keban balığı. Fırat’tan sofraya ulaşan bu lezzet, özellikle ızgarada yapıldığında unutulmaz bir tat bırakır damakta.
Bir Fincan Kahve, Bir Gönül Molası
Harput’ta bir kahve molası vermeden geçmeyin. Taş evlerin gölgesinde, gelen geçenin selamlaştığı bir avluda kahvenizi yudumlayın. Belki yanına bir dilim cevizli dut pestili ya da bir tabak yarpuzlu ayranlı çorba. Her lokmada yöre, her yudumda hasret var.
Bingöl: Dağların Ardındaki Sessiz Güzellik
Bingöl, adını dağların eteğindeki sayısız gölden alır. Havası serin, insanı misafirperver, doğasıyla şaşırtan bir şehir. Herkesin yolu düşmemiştir belki ama düşenler bilir: Bingöl, saklı bir hazine gibi.
Yüzen Adalar – Hazarşah
Bingöl’ün Solhan ilçesinde yer alan bu doğa mucizesi, gölün üzerinde süzülen küçük adacıklardan oluşuyor. Gerçekten yüzerler! Bir kayanın üzerinde değil; suyun akışına göre sağa sola hareket ederler. Hem şaşırtıcı hem huzur verici.
Kiğı Kalesi ve Termal Sular
Tarihin derinliklerinden bir selam da Kiğı Kalesi’nden gelir. Ve şifa arayanlar için Kös Kaplıcaları, hem yerel halkın hem de ziyaretçilerin uğrak noktası. Doğanın sunduğu sıcaklık, içten gelen bir huzura dönüşüyor burada.
Bingöl’de Ne Yenir?
Bingöl mutfağı sade ama özlüdür. Keşkek, bayram sofralarının olmazsa olmazıdır. Glorik (bulgurlu ekmek), kete, mastuva (pirinçli yoğurtlu çorba), sorina pel (unlu, yoğurtlu yöresel yemek) ve lağik gibi isimleri az bilinen ama tadınca hayranlık uyandıran lezzetler Bingöl’de sizi bekliyor.
Kahvaltıda tereyağı, bal, çökelek, tandır ekmeği… Sofranın başına geçtiğinizde dağların sessizliği gibi bir huzur çöker içinize.
Küçük Notlar, Büyük İzler
• Elazığ’da bir tespih dükkânına uğrayın. Oltu taşı değil ama ceviz kabuğundan işlenen tespihler ilginizi çekecek.
• Bingöl’de bir dağ köyüne uğrarsanız, çocukların “misafir geldi!” diyerek size gülümsemesi yetip artar.
• Elazığ’da çarşamba pazarı hâlâ şehirde hayatın nabzıdır.
• Bingöl’de gökyüzü daha mavi, dağlar daha yeşildir.
Bu rotada geçilen her yol, insanın kendine döndüğü bir patika gibi. Gönlünüz yorgunsa Elazığ’da bir çayla dinlenir. Gözünüz manzara arıyorsa Bingöl’de bir göl kıyısında kendini bulur.
Unutmayın, bazı şehirler sadece geçilecek yerler değil; bekleyen dostlardır.
Sizin bir sonraki rotanız neresi ?
Muhabbetle…